21 Ocak 2011 Cuma

KATİL DİLİYLE...

Ölüm ayaklarıma dolanmış, çekiyorken beni yerin dibine.
Dur diyorum son bir sigara daha yakayım, zaman kazanayım hayattan.
Oysa hiç sevmediğimi iyi bilirdi sigarayı.
Belki gelir diyorum, son bir pişmanlıklan.
İpimi çoktan çekmişken kendi ellerimle, müebbete kalayım diyorum, yeterince ağırlaştırılmış bu halimle.
Dönmeyişin yetti diyorum içimdeki katliam sahnelerine.
Şimdi burada kim suçlu, katil mi, maktül mü sence???

Özlem ÖZTÜRK

17 Ocak 2011 Pazartesi

Babam...

Bugün bir babayı anlatan yazı okudum takip ettiğim bir blog sayfasında. Kelimeler o kadar içten ve o kadar acı yüklüydü ki, sanki koca bir kadının ağzından değil de, küçük bir kız çocuğunun kalbinden dökülmüştü. Acaba git gide iyice sulu gözlü mü oluyorum diyordum ama , bu yazıyı okuyup da ağlamamak insanlık dışı bir şey olurdu anca.

Bende yazıp, babamı anlatmak istedim sizlere…

Bugün tam da 17 Ocak benim babamın doğum günü… Ona bir pasta aldım, eminim bugünün 17 Ocak olduğunun bile farkında değildi. Ağladım ona hiç belli etmeden. Bugün tam 61 yaşına giriyordu. Yaşlanıyor muydu ne? Bunu kabullenmek öyle tuaf ki, sanki dinime küfrediliyor gibi ağır geldi bu yaş bu gün nedense.

Hala eski bir defter arasında bulduğumu ve cüzdanımda taşıdığımı bilmediği o mektubu bugün birkez daha okudum. Sarı saman kağıdına yazılmış. Yıl 85, Ağustos ayı… O yıllarda babam şark görevinde anladığım kadarıyla. Ben tabi bir buçuk yaşında. Çakır keyfiyken yazılmış bu satırlar zannımca.

Canım babam en saf duygularla başlamış satırlarına.

Kızım, sen daha küçücüksün ama çok sevdiğini biliyorum beni demiş. Kaç çocuk düştüğünde anne diye ağlamak yerine, baba diye haykırmayı seçerdi ki? Annem hep kıskanırdı bu özelliğimi, her çocuk anne diye ağlıyor lojmanda, bir benim kızım baba diye yaygara yapıyor derdi. Baba diye ağlamak ayrı bir özellikti. Babam benim sığınağım, en büyük kalemdi. Kışın ortasında sadece benim için açılan lunaparkların en büyük sebebiydi. Bir anlık gülüşüme ömrünü adayacak tek erkekti. İlk tanıdığım eller onun elleriydi. Düştüğümde hep sıkı sıkı tutup kaldırdı beni. Küçüktüm düştüm, büyüğünce unutacaksın dedi, büyüdüm düştüm, birgün hepsi geçecek dedi. O geçecek dedi diye her şey geçerdi. Teselliyi yanımdan hiç eksik etmedi. Mektubuna da yazdığı bir gerçek daha vardı ki, ‘Adın dedi; neden özlem, çünkü sana olan özlemime yetecek tek kelime bu idi.’…

Kaç çocuk oyun alanını karakolun içi belirlerdi ki, ben babamdan ayrı duramaz yanından ayrılamazdım ki. Gece görevleri, işte onlar mahvederdi beni. Erkenden uyurdum ki, sabah yanı başımda aldığı çubuk krakerleriyle bulabileyim ellerini.

O günden sonra sevdiğim insanların ellerini ezberledim ben, ilk öğretmenimin, ilk sevgilimin, son sevdiğimin. Hiç unutmazdım ellerini.

Babam yıllarca gurbette kalan annesinin yerine koydu beni. Sen benim Hatun annemsin derdi. Yaz tatillerimize o hiç gelemezdi. Ben terminalden otobüs kalkana kadar dişlerimi sıkar, babamın ardımızdan el sallayışını görünce koy verir ağlardım. Dünyanın en güçlü ama dünyanın en zavallısı olurdu bir anda. Elinden en kıymetlisi alınmış gibi bakardı ardımızda. 16 saat suren yolculuğun uyuyamadığım bütün kısımları yaş dolu olurdu gözlerim. Yengem beni avutmak için caddeleri gezdirirken, benim yine her zaman ki gibi ağzımı havaya kaldırarak baba olurdu seslenişlerim. Sesımı duymak ıcın actıgı her telefonda, her ıkımızde ayrı yerlerde bogulurcasına, tıkanırcasına aglar oyle kapardık telefonu. Kucukken sorulan klasık soru vardı ya, en cok kımı sevıyorsun? Annenı mı babanı mı, ? Ben hıc tereddut etmezdim o soruda. Kendımden cok emın sekılde babamı derdım gururlanarak. Hastalandıgımda tek onu ısterdım yanımda. Hatta bazen özledıgımde yalandan hastalanmıs numarası yapar korakola gıder babamı anons ettırır, getırtırdım. Apartopar elı ayagına dolasmıs sekılde gelen babamı gorunce agrılarımın gectıgını soler gulerdım.
Anne de baskadır cocuk ıcın ama kız cocuklarının duskunlugu kacınılmazdır babaya. Hayranlık duyar kıskanır paylasamazlar aslında. Babam gıbı bırını bulmak ıstedım hep hayatımda. Dustugumde elimden sıkı sıkı tutmasını ıstedım bırılerının. Ben benzetmek ıstedıkce onlar baskalastılar. Anladım kı taklıtler orjınallerı gıbı olamazlar.

Babam her yaptıgım hatada önumde set arkamda duvar oldu. Korumaya aldı benı hep kollarıyla. Kac yasında olursam olayım affetti her yaptıgımı. Evde kırılan camların sucu bu yuzden hep benım uzerıme atılırdı. Canım babam bır bana kıyamaz, bır bana egılırdı.

Sımdı 61 yasına bastın, hatta zaman gectıkce ıyıce alınganlastın. Gercekten denıldıgı gıbı çocuklaştırıyor yıllar ınsanları. Daha bır üşütüyor, daha bır parcalıyor cocugun soledıgı lafları. Bır dızıde duymustuk ya babam senınle, ‘sana kendı evladım gıbı bakarım’ demıstı kız babasına. Iste aynen öle, ‘sana kendı evladım gıbı, sana kendıme baktıgım gıbı bakarım’ babacım. Gölgen bıle yeter bana güc vermeye. Bu yazıdan hıç haberdar olamayacaksın belkide. Sen sadece seni çok sevdiğimi , her sabah uyandığımda nefes alışlarını takip ettiğimi, birgün daha hayatımda kalman için şükrettiğimi, seninle aynı günde hayatımın son bulması için dua ettiğimi bil yeter. Sen benim canımsın, senin varlığın herşeye değer.

( evlılıge sıcak bakmayısımın en buyuk sebebıdır babam. Ben ondan asla ayrı kalamam.)

Özlem ÖZTÜRK

3 Ocak 2011 Pazartesi

Ceza

Hadi bir turuncu dünya çiz suratına.
Günün güneş, yüzün güleç, yolun açık ola.
Neler yaşanmış, neler saklanmış, neler içinde kalmış anlatsana...
Kurgu yok, kaygı yok, yalan yok bu sayfada.
Gidene arka çıkacak yürek de yok yanında.
Hesabı sorulacak bir çuval soru var sırtında.
Söyle şimdi, hangimizden başlamak istersin cezaya???

Özlem ÖZTÜRK