15 Ağustos 2015 Cumartesi

RESET

herkes tanışmıştır ölümün soğuk sancısıyla,
kimi çok erken, kimi olgun bir yaşta..
herkes kaybetmiştir  sevdiğini  fizyolojik ya da ruhsal anlamda.
ve kimbilir kaç kez boyanmıştır o beyaz elleriniz kanların en sıcak, en kızılına..
herkes sonsuz bir aşk ister, sonsuzluğun ispatı olmuşcasına
oysa ortadadır gerçek, öldürmeden doğmaz yeni bir tomurcuk koynunda.
eskiyle yaşamak, eskilerden medet ummak, olmayacak bir duanın ibadetidir yanlızca
hatırladığınızda acı veren anılarınız bir bavul dolusu dursada kapınızın ağızında, yine de gitmek istemezsiniz, yine de umut edersiniz ya birgün olursa..
yeniden doğmak için ölmek gerekir, unutmak içinse öldürmek,
bazen sevmek değiştirmez bu kaçınılmaz sonu.
bir kazaya kurban vermek gerekir biriktirdiğiniz duyguyu
geçmişi faili meçhul kalmalı..
şimdi yeniden başlamak için resetlenme zamanı..
f5 ;)

Özlem ÖZTÜRK





27 Mart 2015 Cuma

Kendine mektup..

sevgili beynim,
lütfen beni terk edip durma.
iki olgun insan gibi herşeyi oturup çözebiliriz.
hem üstesinden gelemeyeceğimiz birşey yok beraber olursak.
ama senin bu kaçıp kaçıp gidişlerin beni her geçen gün çıkmaza sürüklüyor.
bana kendimi özletiyorsun çoğu zaman.
bazen aynadaki suretin kime ait olduğunu bulmaya çalışıyorum,
bu nasıl acıdır bilemezsin,
kendime yabancılaşıyorum..
tamam belki sende çok bunaldın, belki çok geç kaldım seni anlamak için ama
hiç olmazsa bana biraz benden birşeyler bırak..
sevdiğim rengi alma ya da bir kaç yemek ismini.
tek başıma bir restorana gidip ne yemem gerektiğini hatırlat bana,
en çok nelerden hoşlanırdım mesela??
tuttuğum takımın rengini, sevdiğim adamın ismini, bunları bırak hiç olmazsa.
senin bu kaçıp gitmelerin yıkım oluyor benim hafızamda
üzüntülerimi hayal kırıklıklarımı al git benden
yüzünü görmek istemediğim insanları da koy yanına
ben sana istediğin kadar yıllarımı feda edebilirim
sadece mutlu olduğum o bir kaç ana kıyma..

Özlem ÖZTÜRK






25 Eylül 2013 Çarşamba

dede.. ( iki kelimede büyük bir yürekle..)




ben sana hiç torun olamadım
ben yanında hiç duramadım
ne af dilemeye yüzüm oldu
ne mezarına gelmeye mecalim
sana ne çok gecikmişliklerim var
şimdi oturup bin yıl yaşasam neye yarar
hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum ardından
böyle bağıra bağıra
kusana kadar içimdekileri
geç kalmışlıklarımın gözü kör olana kadar ...

geçen yaza sözleşmiştik seninle
hani ekimde gel havalar serin olsun demiştin..
oğlak da yiyecektik
ama ben et sevmem ki dede
diyemedim sana kırılma diye :(

ne ömrümden ömür verebildim sana
ne de yanında kalabildim
sözümü tutamamanın acısı var bağrımda
benim hiç hakkım yok sende, sen hakkını helal et bana..    

Özlem ÖZTÜRK

 http://ozlemozturk35.blogspot.com/2012/02/blog-post.html                         

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Hazır değilim bu ayrılığa dediğimiz ilişkiler için hazırlıklar tamamlanmıştır :)

pasiflora, atarax ve prozaklar masada hazır, tuvalet kağıdı ağlamak için çift katlı yanında, sezen aksu klasikleride çalıyor, şarapta başımı çok döndürüyor hadi sevgilim hazırım bu ayrılığa terk et beni fazla oyalanma :) 
Özlem ÖZTÜRK
 

23 Ocak 2013 Çarşamba

UĞUR MUMCU'YA SAYGIYLA...



Dokuz yaşında ki bir çocuk demokrasinin karartılmak istenmesini anlamaya çalıştığında, demokrasiye oda cezası mı verilmiş, karanlığa mı bırakılmış diye düşünebilirdi ancak çocuk aklıyla.
Fakat parçalanmış arabadan, parçaları duvarlara sıçramış bir babayı ayırt edebilirdi oynadığı bütün oyunlardan.
Beklemeliydi, büyük gözlüklü tonton amcaya neler olduğunu anlatırdı belki zaman..
Bazı insanları istesenizde unutamazsınız.
Yıllar geçtikçe düşüncelerin ölümsüz, en kalıcı miras olduğunu öğretti bize yaşam.
O gün arabaya konulan o bomba özgürlüğü, demokrasiyi katletmek istemişken başaramadı, ters tepti planları, sonsuzluğu hesaba katamadı.
Susuturduklarını sanarken bir Uğur MUMCU`yu, küllerinden binlercesini inşa ettiler.

Her geçen gün haksızlığın öfkesi içimde artsada, keskin kalemide, kırık gözlüğüde teselli oldu arkasında bıraktığı binlerce çocuğa..

Seni tanıdığımda dokuz yaşındaydım. Demokrasinin oda cezası yediğini düşündüğüm yaşlarda. Belki de o korkunç olay gününe kadar dikkat etmemiştim sana.  Öldüğün gün inandım ölümsüzlüğe, o gün inandım yeniden doğduğuna. Bu yüzden bugün yas tutmuyorum ben, birlikte daha nice yıllara...


Özlem ÖZTÜRK


2 Kasım 2012 Cuma

Buruk bir anımsama..


Onca zaman sonra okuluma düştü yolum.
İçim bir garip oldu, sanki hala oradaydım.
Herşey dün gibi aklımda..

Yurtta uğruma çıkan kavgaları hatırladım mesela,
Sonra uğruna vazgeçtiklerimi..

Tuvaletin önünde, alelacele elime tutuşturulmuş mektup geldi gözümün önüne.
''Ben seni hep sevdim Özlem'' cümlesi kalmış zihnimde.
O zaman insan sevgiyi de hoyrat kullanıyordu, nefreti de...

Kütüphanenin raf aralarına sıkıştırılıp kalmış bir sevda çıktı karşıma.
Ben koymuştum onu o rafa.
Kalmalıydı orada.
Gelseydi ardımdan, kanatırdım sıyrılmış yaralarını olukla...

İyi bir insandım aslında.
Ne zaman üzülsem, bu bahçe kucak açtı bana.
Dişlerimin birbirine çarpa çarpa, soğuktan titreyerek içtiğim kahve geldi burnuma.
Belki de en çok bu köşeyle dertleşmiştim üniversite yıllarımda, daha ondokuzunda...

Şimdi çıkmadan bir baktım da, sana da genç kızlığımı bırakmışım yıllar önce kapında..
O çağırdı beni sanki, o açtı kapıyı öyle girdim tekrar senin ruhuna...

Özlem ÖZTÜRK

7 Şubat 2012 Salı

DEDEM



Seni tanımaya öyle geç kalmışım ki,
Asırlık bir kitap gibisin,
Herşey mıh gibi aklında,
Keşke ömrümden ömür verebilsem de kalsan yanımda...

Özlem ÖZTÜRK

29 Temmuz 2011 Cuma

YOZGAT



Büyüdükçe küçülen yara izlerimmiş meğersem çocukluğum.
Ya çocuk gözümmüş onları dev kılan, ya da çocuk yüreğimmiş anlamlarına anlam katan.

Gittim, ‘umduğun gibi bulamayacaksın’ diyenlere inat,
o küçük kızı yanıma alarak gittim
İçimde elimi sımsıkı tutan, kırmızı papuçlu, saçları belinde savrulan,
bana cesaret veren kızla gittim.
Yol boyu yanımdan ayırmadım, en sonunda da ona sarılıp ağladım.

Sesimi susturdu göremediklerim,
Binamızın şubesini bile değiştirmiş hizmetlilerin
İnsan bilmez mi oturduğu evi, kapısında öylece bekledim.

Herkes evliymiş şimdi, herkes yuvasında
Çocukluklarını niye bırakmamışlar buraya
Parkımızı yıkmışlar, yerine tek katlı bir ev yapmışlar
Saklandığım kanalı çoktan doldurmuşlar
Camlarımız aynıydı ama biliyor musun
Kahverengi kırık dökük çerçeveler
Balkondan annem seslenmiyordu
Zaten oyun sahamız otopark olmuştu

Söğüdümüzü de yıkmışlar
Ev yaptığımız ağacımızı da
En çok karakol üzdü beni, kapısını kocaman bir duvarla örmüşler
Yerinde yeller esiyor tutulan nöbetlerin
Babamın sandalyesini önüne koysam ne kadar canlanırdı ki hayallerim

Bakkalımız duruyor ama adı değişmiş,
Duvar arkasından açan mor sümbüller çoktan zamanını tüketmiş
Cami bu kadar yakın mıydı, çocukken en uzağım kalırdı orası
Adımlarım mı büyüdü, yoksa yollar mı kısaldı
Hizalamam aynıydı hala
Kapatılan karakolun kenarından bakınca evim duruyor karşımda

Salçalı ekmek aynı tat da değil
Aşağı fırlatılan domateslerde
Bir tek kişi olsaydı geçmişe dair, deseydi ki evet her şey eskidendi diye

Yabancıydı yüzler, anlamsız bakıyorlardı fotoğraf çekimlerime
Yirmi sene öncesini arıyor olmamın garipliğiyle…

Mezarlık öyle büyümüş ki, ne çok insanı almış toprak altına
Ayşe de yoktu, taşınmış yıllar önce başka bir tarafa
Bir okulum kalmış geride, değişse de her sabah ki andımızı duydum sanki kapıda
İğde kokusu yine her zaman ki gibi burnumda…

Hani sürgün şehriydin sen, hani taş taş üstüne konmazdı burada,
terk edilmiştin, buna mı acıyordu o zaman da yüreğim, bu yüzden miydi buradan bir türlü gidemeyişim,
geç mi kaldım eski hallerimize
Sen sevdiğim şehir şimdi tüm nefretim seninle
Şimdi daha bir sürgün şehrisin gönlümde!!!

Özlem ÖZTÜRK

(Zaman öyle birşey ki, siz herşeyi yerli yerine koyduğunuzu sanarken, karşınıza çıkıp çoktan orada olmadığınızı yüzünüze çarpıverir ve bunu yaparken hiç de nazik değildir.)

Sonsuz ve derinden...



Sadece yazılarımızla tanıdık birbirimizi, yazılarımızla kanaat getirdik birbirimize.
Değer verdik, merak ettik, bazen özledik.
Yüreğine, eline sağlık derken desteği gönülden verdik.
Gün geldi ay geldi sonunda bir araya da gelebildik.
El emeği göz nuru hediyelerinle mahcup ettin beni,
Ve ardından şu satırlar dizildi boğazıma;

''Sevdim seni be kadın,
çantandan gelen lavanta kokusundan değil de,
gözünden okunan ablalık duygusundan.''

Sevgiyle...

Özlem ÖZTÜRK

22 Haziran 2011 Çarşamba

Mim ve hayal...


Sevgili Deep’in beni de mimlemesi üzerine bugün arkama yaslanıp şöyle bir düşündüm.
Şu anda nerede olduğumu göz ardı ederek, asıl nere de olmak istediğime ve dilimin neler mırıldandığına kulak verdim.

Resim de de gördüğünüz gibi ilk olarak mevsimleri ters düz ettim. Soğuk bir kış gününde, hep varlığına inandığım bir masal evinde olmak istedim. ‘Bir zamanlar güzel mi güzel bir kız varmış’ la başlayan ve sonu mutlu biten bütün masallara inandığım gibi.

Huzur herkes için farklı açılardan ışık yakarken, kaç yaşına gelirsem geleyim bana hep bu cepheden göz kırptı. Bu resime bakmak bile arındırıyor ruhumu. Noel babaya daha bir inanasım geliyor. Tek üzüntüm pamuk prensesin kötü kalpli üvey annesi oluyor.

Akşam oldu mu yakıyorum şöminemi, oğlum yanımda..
Yemekler yapıyor, çorbalar pişiriyorum. Sıcacık ev sıcacık bir anne oluyorum.

Ben şu anda tam da bu evin içinde kaybolmuş bir aileyi arıyorum. Oysa inanıyorum her şeye, bir gün, birgün tam da burada diyorum. İşte tam bu mevsimde, dünyanın bilmem neresinde, bu evde, bir köşe de, dilimde yine ‘günaydınım, nar çiçeğim, birtanem’ ile…

Özlem ÖZTÜRK

20 Haziran 2011 Pazartesi

Tarih kokuyorsun



Sen yaşlısın be kadın, yaşlı kokuyorsun.
Hiç yaşamadığım anılarla karşımda duruyorsun.
Sen yaşlısın işte, basbaya yaşlı bakıyorsun.
Bazen hiç görmediğim bir yer, bazen uğrak telaşım oluyorsun.
Geçmişten geliyorsun be kadın, tarih kokuyorsun...

Özlem ÖZTÜRK

9 Haziran 2011 Perşembe

Topladım valizimi, çocukluğuma gidiyorum…


Belki de ihtiyacım olan tek şeydi bu.
Belkide bunca zaman yapmayışım, en çok ihtiyacım olacak dönemlerime, en kötü zamanlarıma ayırışımdandı.
Ya da hoyrat kullanmak istemeyişimden.
30 Haziran da Ankara’ya gidiyorum.
Doğduğum şehre…
Oradan da babamın 6 yıl görev yaptığı Yozgat’a, çocukluğumun merkezine ineceğim.
Bunu düşünürken bile, içimde sakladığım hüzün çıkıyor yüzeye.
Belki görseniz şaşırırsınız. Buraya mı onca özlem dersiniz.
Ah orayı birde benim gözümden görseniz.
Söylesenize bana zamanı hanginiz geri getirebilirsiniz?
İşte ben bunu yapmaya gidiyorum. Başaracağımı da adım gibi biliyorum.
Gidip bakacağım Mustafa amcayla karakolda yazı tura oynuyor muyum.
Mezarlığa gideceğim, hala aynı mezarı kenarından eşeliyor muyum.
Uyuduklarını zannettiğim merhumlara dualar okuyacağım.
Trafonun önüne gidip en yakın arkadaşım olan Ayşegül’ü bekleyeceğim.
O beni görünce dayanamaz, çıkar sofrayı bırakıp.
İpini de alsa bari yanına, ip atlardık.
Sonra beni kimsenin bulamadığı yere gidip saklanıcam.
Hala sırdır ora, söylersem sobelenicem.
Lojmanın etrafında bir sürü gecekondu vardı.
Çocukluk işte, hayalim hep bir gecekonduda yaşamaktı.
Bu yüzden giderdim hep Şenay ablaya. Evi daha samimi, daha sıcaktı.
En çok saçlarımı severdi, her gittiğimde sıkılmadan tarardı.
Bir sürü kiremit topluyacağım.
Neden yaptığımı hala hatırlamıyorum ama yine un ufak edicem.
Belki oturduğumuz daireyi de görücem, turuncu mutfak kapaklarını.
Geçicem yolun karşısına soluma bakıcam annem sesleniyor balkonda.
Sağıma dönücem babam nöbet tutuyor kapıda.
Sonra bakıcam gökyüzüne. Bir kere daha açıcam ellerimi.
Yirmi sene öncesine döndür beni, çocukluğumu geri ver diye yalvarıcam Tanrıma …

Özlem ÖZTÜRK

20 Mayıs 2011 Cuma

İZMİR


İzmir’in en çok bu halini seviyorum ben.
Kafası güzel, çakır keyfi, vurdum duymaz hallerini.
Annem fakirin memleketi derdi İzmir için; İzmir insanı üşütmez.
Ilık ılıktır rüzgarı, seni sarıp sarmalar, ele vermez.
Aç mı kaldın; çal önüne gelen bir rum evini, seni doyurmadan bırakmaz.
Şöförü bile sarhoştur bu memleketin, üç kuruşluk insanlara ceket iliklemez.
Ağır ağır atar adımlarını, hiçbir işi aceleye getirmez.
Yolunu kaybedene fener olur yolları, sor bir adres esnafına, yerine teslim etmeden seni terk etmez.
Kaldırımları bile selam verir bu şehrin , tanımadığın insanların merhabasıdır sıcak gelişin.
Alçak gönlüdür sevdiren kendini, Efeliğiyle ahkam kesmez.
Hem Egenin Efesi, hem en saf kadını, hem en cilvelisidir o,
İstersen soyun dolaş mahremde işi olmaz.
Körfezi sırdaştır, dök derdini denize, kimseye fısıldamaz.
‘’Geliyom’’- ‘’gidiyom’’ deyişli, aklı kaçık, yüreği bir o kadar açık sevişli olanın yuvasıdır.
Medeniyet şehridir, kimseye yan gözle bakamaz. Kimsenin arkasından atıp tutmaz.
Atatürkçü'dür, laiktir, ilkelerini asla bırakmaz.
Balkonundan bayrağı, ağzından marşı eksik olmaz.
9 Eylül'dür doğum günü,kurtuluşunu bekler fener alaylarıyla, her yıl bin kere daha minnettar kalır Cumhuriyet Meydanında. ''Atam'' derken, yüreğini verir adeta uğruna.
İzmir başkadır işte, bu şehir SATILMAZ!, burada yaşamayan bunu anlayamaz…

Özlem ÖZTÜRK

6 Mayıs 2011 Cuma

Deniz Koydum Adını



Tarihin geri dönüşsüz büyük hatası,
Sindiremediğimiz en büyük haksızlık..
Sizin kadar onurlu olamadık biz,
Sizin kadar cesur mücadele veremedik.
Affedin bizi, helal edin hakkınızı.
Nur içinde yatın...

Özlem ÖZTÜRK

30 Nisan 2011 Cumartesi

Bir çocukluk verin bana...

Çocukluğumu özlüyorum anne.
Toprak kokusunu, un ufak ettiğimiz turuncu kiremitleri, trafoyu, mezarlığı, ziraat’in duvarlarını, karakolun bahçesini, evimi özlüyorum anne…
Orada saklandığım çok yer vardı. Kaçışlarım yerlere göre eksik kalırdı. Şimdi meydanın ortasındayım bir başıma. Başımı da kuma gömemem, gövdem dışarıda. Söğüt ağcımız saklar mı yine beni altında. Ya o yaşlı ağacın gövdesinde yaptığımız kulübe duruyor mudur, yağmurda ıslananları kurutuyor mudur hala. Sana kızınca mezarlığa kaçardım hep, huzur verirdi o sessizlik bana. Şimdi susturamıyorum çığlıklarımı, durduramıyorum tek bir huzuru bile yanı başımda. Birgün dediler ki; bir çocuğu seviyorsun sen aslında. Sevmek neydi bilmiyordum, tek bildiğim hüzün duyulacak bir gülüş vardı ardımda. Büyük bir iftiraydı bu, anlayamzdım ki çocuk yaşta..
O benim ağabeyim gibi dedim, utanç duymuştum ilk defa senin karşında. Sen yüzümü yıkarken,ben bir taraftan sana açıklama yapıp, bir taraftan da hıçkırıklara boğuluyordum adeta. Çocuğuz işte kızdırmak için yapılmış bir komploydu bu bana.
İlk o zaman utandım senden, keşke atılan en büyük iftira o olsa. Keşke hüznüm o hıçkırıklarla kalsa. Şimdi o saflığımı geri istiyorum anne,
o bilmediğim utandığım duyguyu serme yoluma. Yüzümü yıka, çocukluğumu koy koynuma, üstümü ört, karanlıktan korkardım biliyorsun, ışığı kapatma…

Özlem ÖZTÜRK

22 Nisan 2011 Cuma

Olgunlaşmak adına...

Hayatınıza soktuğunuz insanların hata yapmasına izin verin.
Pay bırakın, görmezden gelin yapılanları,
Bir hata payı da sizden olsun, cömertliğinizi kullanın.
Hem zaten kaç kişi var gösterebileceğiniz, kusursuz sayılacak bir soyda.
Hangimiz hata yapmıyoruz, hangimiz buna rağmen gülümsemiyoruz inatla.

Zamanla olgunluk geliyor insanın aklına başına.
Daha bir hak veriyor olan bitenler karşısında.
Daha bir görmezden geliyor,
Arkasından konuşuyor hayatın, yüzüne hiç bir şey söylemiyor.

Yutuyor tüm cümlelerini, saklıyor gözünden süzülenleri,
Dişlerini göstere göstere şapşalca sırıtıyor etrafına.
Olgunlaşıyor…
Daha çok dinliyor, daha az söylüyor.
Bildiklerini sakladığından değil de,
Duyduklarını anlayan birini bulamadığından susuyor.
Acı olgunlaştırıyor, daha kötü günlere hazır tutuyor.

Yaygarayı basıp feryat etmiyor artık,
Ya da saçma sapan kavgalara tutuşmuyor fındık kabuğundan.
Hesap sormuyor, takip etmiyor, seni yormuyor.
Sadece bekliyor, sanki gelmesi gereken bir gün varmışcasına.
Sanki yaşanacak bi güne hazırlık yaparmışcasına.
En güzel elbisesini o güne saklarmışcasına.

Uzayacak saçları, belki çoğalacakta beyazları, daha bi sakinleşecek.
Bütün bağırışları içinde susacak.
Kin duymayacak, duyduklarına sağır kalacak.
Nefret ettiklerini affedecek.
Her oluşan çizgiyle, ömrüne ömür biçecek.

Daha açık tonlara dönüşecek sürülen oje renkleri,
Daha mat rujlar tercih edilecek simlilerden sonra,
Etek boyu uzayacak, kısalan hayatında.
Küpeler küçülecek, tırnaklar kesilecek
Düz ayakkabılar tercih edilecek bir süre sonra.
Pembelerin yerini kırmızılar alacak
Kırmızı ruj onda hiç çiğ durmayacak.
Kadın gibi kadın olacak, her bir yanından olgunluk akacak

Üşütmemek uğruna kat kat giyinecek, güzel görünmek uğruna soyunanlara inat
İlaçların saatleri yeniden düzenlenecek.
Başucu kitapları keşfedecek.
Artık aşk değil, huzur bekleyecek.
Bir Farid Farjad dinleyerek dalacak uykuya ve bir sabah uyanacak,artık koca bir kadın olduğu çarpacak suratına!!!

Özlem ÖZTÜRK

10 Nisan 2011 Pazar

İnsanlıktan hala umut var...





Dün harika bir etkinlik vardı. Maalesef benden çok uzak bir yerde olduğu için bu etkinlikte yer alamadım. Ama biliyor musunuz ilk defa kuş olup uçmak istedim. Tunus’ ta bir hastanenin pediatri bölümünde yatan o harika çocukların yanında olmayı istedim. İnsanların hangi renkte hangi dilde ya da hangi dinde oldukları benim için tek bir anlam dahi ifade etmiyor. Zaten hangi yoldan gidilirse gidilsin aynı kapıya çıkıyor. Herkes aynı Tanrı’ ya tapıyor. Dünyanın bu kadar çirkinleştiği bir ortamda hala harika insanların olması benim içimdeki umudun tükenmemesine sebep oluyor. Evet ülkeler birbirine giriyor, hayatlar herkesin gözü önünde son bulduruluyor. Kan dökülüyor, kan tutuluyor. Doğmamış çocuklara mezarlar biçiliyor. İnsanlar özgürce nefes alamayıp, özgürce ölemiyorlar bile. Ama hayatın iğrenç bir kanunu var. Kapitalizm her yerde hükmünü sürüyor. Olan yine zayıf tarafa oluyor. Zayıf bulunan taraf yine en zayıf yerinden vuruluyor. Buna birde saçma sapan bahaneler ekleniyor, masum gözükmek adına kılıflar dikiliyor. Özgürlük getirilirken, hayatlar götürülüyor. Ya o çocuklar, onlar niçin düşünülemiyor.

Bunca kargaşanın içinde birileri de çıkıp onları düşünebiliyor hala. Ne mutlu onlara ki, olan biten herşeye rağmen hala sosyal sorumluluklarını biliyor ve yerine getiriyorlar. Bu etkinlikten haberim olmasını sağlayan ve Türkiye’de de zamanında üniversitemizde konuğum olan Haithem Chakchouk’a, bu etkinliği oluşturmayı sağlayan Doktor Maher Barsaoui’ ye ve yaklaşık bir saat önce kendisinin Tunus ta ünlü bir sanatçı olduğunu öğrendiğim ve yazışmalarıma samimiyetle katılıp benimle dostça konuşan , bu etkinlikte de o sevimli çocukların yanında olan sanatçı Nour Harkati’ ye yürekten teşekkürler. Sizleri gerçekten çok seviyorum. Şu an yaraları kanayan binlerce insanın olduğu o yerlerde, sizler olduğunuz müddetçe bizim içimiz hep rahat olacak. İnsanlığınızı her daim koruyabilmeniz dileğiyle ve sevgiyle…

Özlem ÖZTÜRK

8 Nisan 2011 Cuma

Bir blog okuyucumun gözünde ben :)

Zor seni anlatmak...
Bir serçe sürüsüydü gökyüzünde uçuşan..İlk bakıldığında hepsi aynı uçuyor gibiydiler ve hepsi aynı renkteydi… oysa dikkatli bakınca yüzlercesi içinde biri farklı bakıyordu. Ürkekti.. ne şaşırtıcıydı ürkek olması: yüzlerce dostunun arasında oysa.. ürkekti haa, ve gizemliydi. Arada, rüzgara bırakıp açarken sonsuzca kanatlarını diğer serçeler, o hep kısıtlı uçuyor gibiydi özgürlüklere. Ne yaşamıştı geçmişte, kim bilir kimler üzmüştü bu kadar onu? Yakalayıp kafese koymaya yüreğim elvermez, tek yolu iki parça yürekten gelen ekmek parçası ve bir iki damla gözden akan gözyaşı koymak önüne ve beklemek. Saatlerce… günlerce… Beklemek.. Gelir mi bilinmez? Yüreğimin parçasından alır mı bir iki lokma? Ekler mi gözyaşlarını gözyaşlarıma?
Aslında yok gibi gözyaşları görünen silüetinde, hep bir tebessüm dudağında…”Aslında sürekli tebessüm edenler, içten içe acı çekenlerdir.. Unutma, her gülen yüz mutluluk ifadesi değildir” demiş ya bi şarkısında B. Marley.. işte onun için demiş aslında zamanında…
Bir serçe sürüsüydü gökyüzünde uçuşan..ilk bakıldığında hepsi aynı uçuyor gibiydiler ve hepsi aynı renkteydi… oysa dikkatli bakınca yüzlercesi içinde biri farklı bakıyordu. Bir serçe kadar küçük bedeninde bir ejderha büyüklüğündeydi içine gizledikleri.. gözlükleri saklayamazdı gözlerine gizlediklerini. Bir serçe.. ve bir ejderha kadardı içine gizledikleri..
Yüzlercesi içinde farklıydı elbet… ve bin serçe gelse de penceremin önüne, bilirim hiçbiri alamaz yüreğimin parçasından bir iki lokma ekmeği.. ve ekleyemez gözyaşlarını hayatıma sen gibi…
Yoruldun biliyorum, yoruldun yeter.. gel dinlen azıcık gönlümün pervazında sana ihtiyacı olan ben gibi…
Lütfen konuş benimle ve lütfen dinle beni..

F.Çelikten

( demiştim yazarsan yayınlarım diye, öyle de yaptım. teşekkürler F.Çelikten )

3 Nisan 2011 Pazar

İlk Öğrendiğime,İlk Öğretmenime, Süreyya Kaplan'a Sevgilerimle...




Bu gece, hayatın kurallarını bana ilk öğreten kişiyi, ilk yanlışlarımı affedip, ilk doğrularımı alkışlayan kişiyi, ilk öğretmenimi gördüm karşımda.
Resmini dahi görmek alıp götürdü beni çocukluğuma.

Herkesin öğretmeni kendine göre çok iyidir.
Bu öğretmen ilk öğretmeninizse, ilk öğrendiğinizse işte o zaman bambaşka bir hal alır hatıralarınızda.
Hele ki babanızdan sonra ilk ezberlediğiniz eller o kişiye aitse, bu demektir ki çok büyük yeri var hayatınızda.

Ben öyle kolay bir çocuk olamadım asla.
En kötü huyumsa paylaşamamaktı onu hiçbir insanla.
Tek bana baksın, tek benimle konuşsun, tek bana öğretsin ve gözü benden başka kendi ailesini dahi görmesin isterdim fena bir huysuzlukla.

Bir kere hiç unutmam, sırf sınıfta bir arkadaşımın omzunu sevgiyle sıvazladı diye öyle kıskanmıştım ki onu, en büyük silahım olan betonda yazı yazma faslını başlatmıştım o gün:)
Defterimi kitabımı alıp, üzüntüden kahrolsun, neden bu kızcağızı kıskandırdım desin diye sıramdan aşağı iner soğuk betonda ders yapardım inatla.
Sonra dayanamazdı canım hocam. Gelir kaldırır, gönlümü alırdı usulca.

Durduğu yerde duramayan bir çocuktum. Hayli şımarıktım aslında.
Dersin ortasında sıkıldığımı her anladığında Hızır gibi yetişirdi imdadıma.
Hadi sen çık bir Sinem’e bak derdi çaktırmadan kulağıma.
Sinem’e yani benden bir alt sınıfta okuyan kızına gidip bakmak büyük bahaneydi ilk yıllarımda:)
Koridorlarda dolaşır, bahçeye çıkar, gören olursa da en büyük savunmamı yapar girerdim sınıfıma.
Nasıl bir sabırdı ki bütün kaprislerime dayanabiliyordu inatla.

Görseniz, kelimelerimin neden yetmediğini anlardınız onu anlatmaya.
Öyle asil, öyle emin bir duruşu vardı ki hayata.
Güven denilen duyguyu en iyi yaşadığım yer onun yanıydı hayatımda.
Ellerini, gözlerini, gülüşünü, kızım deyişini unutmadım asla.

Çok ağladım senden ayrıldıktan sonra.
Yüreğimi yanında bırakmışım sanırım, o çocuk o şımarık ruhumla baş başa.
Şehri terk etmek, yeni bir hayata başlamak değildi de, seni terk etmek dokunuyordu insana.
Çocuk aklımla emanet etmişim giderken kendimi sana.
Şimdi resmini gördüm ya, bir kere daha anladım, boşuna güvenmemişim, yokluğumda iyi bakmışsın bana...

Özlem ÖZTÜRK

2 Nisan 2011 Cumartesi

Bir kaç ''KAÇ''lı soru daha...


Bir yanlış hayatınızda kaç doğruyu götürdü.
Kaç kez çıkartıldı önünüze hatalarınız.
Peki kaç leke oldu silemediğiniz.
Kaç sevda tarafından terk edildiniz.
Hangisi içinize sinmişti.
Hangisi üvey bir evlat gibi...
Kaç hesap soruldu hayatınızda,
Kaçına cevap verebildiniz.
Ya kaç savunma yazdınız olup bitenler ardına.
Kaçında haksız buldunuz kendinizi, kaçında emindiniz adınız gibi.
Kaç adamın ardından akıttınız gözlerinizi.
Kaçı için kör oldunuz, görmediniz hiç kimseyi.
Kaçında aile isteği duydunuz,
Kaçında boşanmış bir kadın oldunuz.
Hangisinin hayalindeyken, hangisine kabustunuz.
Kaç faili meçhul aşkınız oldu,
Kaçı için müebbet göz önünde tutuldu.
Hangisine bedel olup, hangisine ödettiniz.
Birikmiş bir yığın sorular içinde, düşünsenize şimdi siz neredesiniz.
Ne bıraktınız ardınızda, yahut ne verebildiniz???

Özlem ÖZTÜRK

24 Mart 2011 Perşembe

ORGAN BAĞIŞI ÜZERİNE

















Ben bugün kendimce en iyi olanı yaptım. İzmir İl Sağlık Müdürlüğüne gidip, bütün organlarımı bağışladım.Ölüm anında, kimi arayalım cümlesi çok acı olsa da,büyük bir metanetle soruları yanıtladım.

Aslında uzun zamandır yapmak istediğim bir şeydi.Bu isteği bende ilk uyandıran Yedi Yaşam filmiydi.Will Smith’e oldum olalı bir hayranlık beslerdim zaten ama,bu filmde bambaşka aşık etmişti kendine beni.
İzlemeyenler için kesinlikle öneriyorum, filmede herkesin payına düşen bir şeyler olduğuna inanıyorum.

Filmin ardından, üstüne tatlı niyetine bir de Canan Tan okunmalı.En Son Yürekler Ölür demiş, öyle de olmuş zaten. Kitabı bir solukta okudum. Normalde de Canan Tan’ın dilini seviyorum. Beni hiç yormuyor.

Kitapta olanlar İzmir’de geçiyor. Orada da organ bağışının üzerinde çok duruluyor. Okurken öyle bir his veriyor ki insana, hala neden organlarımı bağışlamadım dedirtiyor. Ben bunun için geç bile kaldım aslında. Böyle sağlam iki teşvikim varken neden ertelemişim anlayamıyorum.

İl Sağlığa girdiğimde, koridorda öyle büyük adımlar atıyordum ki, bir an önce kartımı almak o imzayı atmak, geç kaldım özür dilerim demek istercesine.

Doktor Hanım çok şaşırdı beni karşısında görünce.Nasıl bu karara vardınız, bize çok gelmez böyle kendi isteğiyle insanlar dedi. Ona da aynı şeyi söyledim. Aslında uzun zaman önce aldığım kararı uyguluyorum dedim. Müthiş derecede huzurluyum şimdi, dünyanın en güzel işini yapmış gibi.

Birgün bana bir şey olursa, benden bir şeyler bırakacak olduğumu bilmek, bir çocuğa korneamın ışık olması, bir kadına kalbimin hayat olması ve daha bir çok organımın başka bedenlerde yer bulması tahmin edilmez bir huzurla doldurdu içimi. Sanki hayat bir oyunmuş da, ben can kazanıyormuşum gibi.

Diyeceğim o ki, izleyin o filmi, okuyun o kitabı, gözü görmeyen birini yoldan geçirmeyi deneyin. Ama bunu yaparken ona dokunun, elini tutun. Güneşi görmekten umudunu kesmiş insanları görün. Hissedin yaşadıkları eksikliğe rağmen hayata tutunuşlarını. Ya da gidin bir hastanenin önüne. Çaresizce, umutsuzca bekleyen insanları görün, şükredin halinize. Ve sonra bağışlayın kalbinizi, hiç görmediğiniz birilerine. Eminim sizde çok huzur duyacaksınız. Süper Marioymuş gibi can kazanacaksınız.

Sevgilerimle…

Özlem ÖZTÜRK

21 Ocak 2011 Cuma

KATİL DİLİYLE...

Ölüm ayaklarıma dolanmış, çekiyorken beni yerin dibine.
Dur diyorum son bir sigara daha yakayım, zaman kazanayım hayattan.
Oysa hiç sevmediğimi iyi bilirdi sigarayı.
Belki gelir diyorum, son bir pişmanlıklan.
İpimi çoktan çekmişken kendi ellerimle, müebbete kalayım diyorum, yeterince ağırlaştırılmış bu halimle.
Dönmeyişin yetti diyorum içimdeki katliam sahnelerine.
Şimdi burada kim suçlu, katil mi, maktül mü sence???

Özlem ÖZTÜRK

17 Ocak 2011 Pazartesi

Babam...

Bugün bir babayı anlatan yazı okudum takip ettiğim bir blog sayfasında. Kelimeler o kadar içten ve o kadar acı yüklüydü ki, sanki koca bir kadının ağzından değil de, küçük bir kız çocuğunun kalbinden dökülmüştü. Acaba git gide iyice sulu gözlü mü oluyorum diyordum ama , bu yazıyı okuyup da ağlamamak insanlık dışı bir şey olurdu anca.

Bende yazıp, babamı anlatmak istedim sizlere…

Bugün tam da 17 Ocak benim babamın doğum günü… Ona bir pasta aldım, eminim bugünün 17 Ocak olduğunun bile farkında değildi. Ağladım ona hiç belli etmeden. Bugün tam 61 yaşına giriyordu. Yaşlanıyor muydu ne? Bunu kabullenmek öyle tuaf ki, sanki dinime küfrediliyor gibi ağır geldi bu yaş bu gün nedense.

Hala eski bir defter arasında bulduğumu ve cüzdanımda taşıdığımı bilmediği o mektubu bugün birkez daha okudum. Sarı saman kağıdına yazılmış. Yıl 85, Ağustos ayı… O yıllarda babam şark görevinde anladığım kadarıyla. Ben tabi bir buçuk yaşında. Çakır keyfiyken yazılmış bu satırlar zannımca.

Canım babam en saf duygularla başlamış satırlarına.

Kızım, sen daha küçücüksün ama çok sevdiğini biliyorum beni demiş. Kaç çocuk düştüğünde anne diye ağlamak yerine, baba diye haykırmayı seçerdi ki? Annem hep kıskanırdı bu özelliğimi, her çocuk anne diye ağlıyor lojmanda, bir benim kızım baba diye yaygara yapıyor derdi. Baba diye ağlamak ayrı bir özellikti. Babam benim sığınağım, en büyük kalemdi. Kışın ortasında sadece benim için açılan lunaparkların en büyük sebebiydi. Bir anlık gülüşüme ömrünü adayacak tek erkekti. İlk tanıdığım eller onun elleriydi. Düştüğümde hep sıkı sıkı tutup kaldırdı beni. Küçüktüm düştüm, büyüğünce unutacaksın dedi, büyüdüm düştüm, birgün hepsi geçecek dedi. O geçecek dedi diye her şey geçerdi. Teselliyi yanımdan hiç eksik etmedi. Mektubuna da yazdığı bir gerçek daha vardı ki, ‘Adın dedi; neden özlem, çünkü sana olan özlemime yetecek tek kelime bu idi.’…

Kaç çocuk oyun alanını karakolun içi belirlerdi ki, ben babamdan ayrı duramaz yanından ayrılamazdım ki. Gece görevleri, işte onlar mahvederdi beni. Erkenden uyurdum ki, sabah yanı başımda aldığı çubuk krakerleriyle bulabileyim ellerini.

O günden sonra sevdiğim insanların ellerini ezberledim ben, ilk öğretmenimin, ilk sevgilimin, son sevdiğimin. Hiç unutmazdım ellerini.

Babam yıllarca gurbette kalan annesinin yerine koydu beni. Sen benim Hatun annemsin derdi. Yaz tatillerimize o hiç gelemezdi. Ben terminalden otobüs kalkana kadar dişlerimi sıkar, babamın ardımızdan el sallayışını görünce koy verir ağlardım. Dünyanın en güçlü ama dünyanın en zavallısı olurdu bir anda. Elinden en kıymetlisi alınmış gibi bakardı ardımızda. 16 saat suren yolculuğun uyuyamadığım bütün kısımları yaş dolu olurdu gözlerim. Yengem beni avutmak için caddeleri gezdirirken, benim yine her zaman ki gibi ağzımı havaya kaldırarak baba olurdu seslenişlerim. Sesımı duymak ıcın actıgı her telefonda, her ıkımızde ayrı yerlerde bogulurcasına, tıkanırcasına aglar oyle kapardık telefonu. Kucukken sorulan klasık soru vardı ya, en cok kımı sevıyorsun? Annenı mı babanı mı, ? Ben hıc tereddut etmezdim o soruda. Kendımden cok emın sekılde babamı derdım gururlanarak. Hastalandıgımda tek onu ısterdım yanımda. Hatta bazen özledıgımde yalandan hastalanmıs numarası yapar korakola gıder babamı anons ettırır, getırtırdım. Apartopar elı ayagına dolasmıs sekılde gelen babamı gorunce agrılarımın gectıgını soler gulerdım.
Anne de baskadır cocuk ıcın ama kız cocuklarının duskunlugu kacınılmazdır babaya. Hayranlık duyar kıskanır paylasamazlar aslında. Babam gıbı bırını bulmak ıstedım hep hayatımda. Dustugumde elimden sıkı sıkı tutmasını ıstedım bırılerının. Ben benzetmek ıstedıkce onlar baskalastılar. Anladım kı taklıtler orjınallerı gıbı olamazlar.

Babam her yaptıgım hatada önumde set arkamda duvar oldu. Korumaya aldı benı hep kollarıyla. Kac yasında olursam olayım affetti her yaptıgımı. Evde kırılan camların sucu bu yuzden hep benım uzerıme atılırdı. Canım babam bır bana kıyamaz, bır bana egılırdı.

Sımdı 61 yasına bastın, hatta zaman gectıkce ıyıce alınganlastın. Gercekten denıldıgı gıbı çocuklaştırıyor yıllar ınsanları. Daha bır üşütüyor, daha bır parcalıyor cocugun soledıgı lafları. Bır dızıde duymustuk ya babam senınle, ‘sana kendı evladım gıbı bakarım’ demıstı kız babasına. Iste aynen öle, ‘sana kendı evladım gıbı, sana kendıme baktıgım gıbı bakarım’ babacım. Gölgen bıle yeter bana güc vermeye. Bu yazıdan hıç haberdar olamayacaksın belkide. Sen sadece seni çok sevdiğimi , her sabah uyandığımda nefes alışlarını takip ettiğimi, birgün daha hayatımda kalman için şükrettiğimi, seninle aynı günde hayatımın son bulması için dua ettiğimi bil yeter. Sen benim canımsın, senin varlığın herşeye değer.

( evlılıge sıcak bakmayısımın en buyuk sebebıdır babam. Ben ondan asla ayrı kalamam.)

Özlem ÖZTÜRK

3 Ocak 2011 Pazartesi

Ceza

Hadi bir turuncu dünya çiz suratına.
Günün güneş, yüzün güleç, yolun açık ola.
Neler yaşanmış, neler saklanmış, neler içinde kalmış anlatsana...
Kurgu yok, kaygı yok, yalan yok bu sayfada.
Gidene arka çıkacak yürek de yok yanında.
Hesabı sorulacak bir çuval soru var sırtında.
Söyle şimdi, hangimizden başlamak istersin cezaya???

Özlem ÖZTÜRK

7 Aralık 2010 Salı

DUA...

Siz hiç tanımadığınız bir kişi için dua ettiniz mi???

Bu biraz şey gibi, hani ''iyilik yap denize at, balık bilmezse, Halik bilir''...

Yani duaya ihtiyacı olan birileri için el açmak, çok da sebepler gerektirici değildir.

Belki yanı başınızda oturan bir kadına, ya da yıllardır her sabah aynı saatte, aynı otobüse bindiğiniz ve günaydını esirgemediğiniz bir adama, bir annenin çocuğuna ettiği dua kadar samimi, duacı olabilirsiniz sebepsiz.

Ya da şöyle sorayım, yanınızdan acı siren sesleriyle geçen ambulansı duyduğunuzda, hiç olmazsa ''Allah yardım etsin'' demez misiniz?
Elbette dersiniz.

Düşünsenize o insanlar için ne kadar özel birşeydir bu..
Etraflarını saran, bir araya gelmiş binlerce duanın koruması altında olmaları...

Ben sizden birşey isteyeceğim. Bu bloğu okuyan herkezle aynı duygu yoğunluğu içinde olduğumuza ve bu yüzden benim bloğumda olduklarına inanıyorum.

Şimdi bir kadın, bir anne için dua edelim.Dahası bütün hastalar için...

Bahsettiğim ve her gece dualarımdan eksik etmediğim kadını ben ne gördüm, ne tanıdım. Onu sadece duydum.
Sesindeki yorgunluk yılların mücadelesinden geliyordu.
Çünkü o tam on yıldır kansere savaş veriyordu.
Tıbbın bile tıkandığı bir noktada, o inançla hayata tutunup, meydan okurcasına yaşam savaşını sürdürüyor.

Bizler sağlıklı iken bile yaşadığımız ve yolunda gitmeyen ufak şeylerde, tıpkı korkakların yaptığı gibi, hayattan vazgeçip, yaşamın iplerini bırakırken, hayatın ondan vazgeçtiği bir noktada, tüm ipleri eline alıp, sıkı sıkıya bileklerine kadar dolamış bir kadından bahsediyorum.
Sanıyorum böylesi hayat dolu ve yaşama sonsuz bağlı bir kadın, en az bizler kadar yaşamayı hakediyor.

Gelin bu gece, o denize atılacak ve kendisinin bundan hiç de haberi olmayacak duayı yapalım onun için.
Sadece bir gece bile olsa sizlerde ona dualarınızda yer verin.
İsmin cismin hiç de önemi olmadığı manevi duygularda, buradan adını zikretmediğim, ancak bir yerlerde, şu saatlerde canının yandığını bildiğim o anne için dua edelim.

Diyelim ki acıları dinsin, diyelim ki hayatın ipleri ellerinin arasından kayıp gitmesin...

Özlem ÖZTÜRK

27 Kasım 2010 Cumartesi

Bir dosttan gelen en güzel hediye...



14 Kasım 2010 Pazar

Aşkın Zaferi kitabı, Blog yazılarından oluşan muhteşem bir aşkın zaferini hayatın kodlarını sorgulayan benzersiz bir kitap özelliğini taşımaktadır.

16 Kasım 2010 Salı

Dayım ve bayram...

Yine gecenin bu saatinde yokluğun düştü gönlüme.
Gelmiyorsun nicedir rüyalarıma bile.
İhmal etmedim hiç dualarını, bu kırgınlık niye?
Sende beni yokluğunla terbiye etme.
Açma bu kadar arayı, gel yine düşlerime.

Rüyalarıma güvenerek yok saymadım seni.
Gittin ama yok olmadın, başka bir boyutdasın şimdi.
Çok mu yorgunsun, çok mu yordular seni.
Gelemeyişlerine sunduğun sebep neydi?
Çok özledim dayı, sabah olmadan göster bana kendini.

Hem bak bu bayram aramızda kilometreler yok.
Bir nefes uzağımdasın.
Soluğum olup çıkıyorsun içimden.
Bayramları sevmem bilirsin, kilometreler yüzünden.

Senin koltuğunu ayrı tutacağım bu bayram.
Rüyamda da gelip oturduğun koltuk olacak.
Gelenlerle beraber ağırlayacağım seni.
Bol bol çay demliyeceğim, soğuktu yüzün içinin ısınmasıydı istediğim.

Ağlamayacağım geldiğini gördüğümde.
Giderken de bakmayacağım ardından.
El sallamayacağım balkondan, bu bir veda sahnesi değil ki.
Çocukken babamı göreve yolladığım şekilde yollayacağım seni.
Yarına seninle uyanacakmış gibi.

Dodo'ya verdiğin dolar duruyor dolabımda.
O bile eskimiş, yıpranmışken, sen nasılsın kim bilir oralarda...
Hastamı oldun yoksa dayı, iyi bakmadılar mı sana?

Neyse buradan ne desem faydasız, ben yanına gelince sorarım bir bir hesaplarımı ama...
İhmal de etme beni, bayramlaşalım dayı.
Ellerinden öperim, seni çok seviyorum her iki cihanda da...

Özlem ÖZTÜRK

5 Kasım 2010 Cuma

uçurtma


Bir çocuğun uçurtmasına takılmıştı hayallerim, koşmadım arkasından uçuşunu izledim...

1 Kasım 2010 Pazartesi

TEK DİLEĞİM...

Arkadaşlık, dostluk, kardeşlik kavramlarını ayrı ayrı yaşadık seninle.
Gün geldi ağladık dizimizde, gün geldi sevinçden sarıldık boynumuza.
Hastalığı, acıyı, ayrılığı tattık üniversite yıllarımızda.
Bildiğimiz konuları ezberlettik sınav önceleri, tekrarları sıkılmadan dinledik.
Sayamayacağım kadar çok şeysin benim için ve söyleyemeyeceğim kadar dolu sana sözlerim.

Ne zaman sana ihtiyacım olsa sen hep yanı başımda oldun.
Gün geldi açmadık telefonu kimseye, gün geldi çıkmadık insan içine.
Çekildik kendi köşemize, yudumladık biralarımızı, dertleştik seninle.
En önemlisi hiç yormadık birbirimizi.
Ben leb demeden, sen leblebi oldun hep hayatımda.
Birbirimize güvendikçe herkesi biz gibi sandık, yanıldık, yıllarımızı geçirdik boşu boşuna.
Her ilişkimizin başında destek verdik tam gaz.
Kırmızı kar yağarsa ayrılır dediklerimiz, yağmur çisesinde yok oldular.
Üzülmedik bitenlerin ardından, ''biz bize yeteriz'' oldu tesellilerimiz.
Ne fettan olduğumuzu bilmez gibi, suçluydu tüm sevdiklerimiz.
Ama asla ''ben demiştim'' yargısıyla kucaklamadık birbirimizi.
Her acının ortasında tuttuk kolumuzdan sahiplendik dertlerimizi.
Hastalığımda nazladın hep beni, sen kampüste kusarken sırasımı şimdi dediğim gibi :)

Şimdi farkındasın neler yaptığımın, yine leblebi kıvamında duruyorsun karşımda.
Hata olduğunu bilsen bile destek çıkıyorsun arkamda.
Zarar almayayım diye bir taraftan korumaya alırken beni, bir taraftan sende ya olursa der gibi bakıyorsun bu duruma.
Hatta abartıp yılları hesaplıyorsun mutfakta:)
O zaman o bu yaştayken, sen şurda olursun diyor, dalıp gidiyorsun ardına.
Yine de benim taşıdığım umuda bir umut daha ekleyerek yardım ediyorsun bana.
‘‘Belki’’ diyorsun, keşkelere hiç tenezzül etmeyerek.
Bende başladığımdan beri ''belki'' diyorum biliyorsun.
Dedim ya sayamayacağım kadar çoksun bana.
Sana yetemediğim günlerim olduysa bağışla.
Sonsuza kadar hep benimle kal, yanıbaşımda…

Özlem ÖZTÜRK